28 Haziran 2009 10:03
BİRİNCİ HAYATIM MORGDA BİTTİ!
HÜRRİYET YAZARI AYŞE ARMAN AŞK-I MEMNUN DİZİSİNİN
BİHTER'İ BEREN SAAT'LE OLAN HOŞ SOHBETİ KALEME ALDI..
Hepimizi
ekrana kilitleyen Aşkı Memnu’nun güzel Bihter’i Beren Saat’e bayıldım.
Müthiş bir kız.
Buraya yazıyorum, bu kızın adını daha çooook
duyacağız. Onu tanıyınca, güzelliğin ikinci planda kaldığını
anlıyorsunuz, bu kızda başka bir şey var, evet çok zeki, evet çok
parlak, ama sadece bunlar değil. Bir sürü insan parlak. Onda tuhaf bir
özgürlük duygusu, bağımsızlık, değişkenlik, dürüstlük, gözüpeklik ve
gözükaralık var. İnsanları iplemeyen bir hal. Sevdiklerini kaybetmiş
olanlar, büyük acılar yaşamış olanlar, hayattaki tek gerçeğin ölüm
olduğunu biliyor ve bizim gibi her şeye üzülmüyor.
Kendinizi ilk
hatırladığınızda neredesiniz?
- Ankara’da evde. Aynaya bakıyorum.
Elimde deodoran şişesi var, şarkı söylüyorum, dans ediyorum, sahnede
olmak istiyorum. Böyle şeyler hayal ediyorum. Ama öyle yırtık bir tip
değilim. Dışavurumcu ve haylaz da değilim. Daha çok kendi kendini
oyalayan, kendi dünyasında yaşayan bir kız çocuğu...
Anne-baba?
-
İkisi de spor akademisinden mezun. Sporcu çocuğuyum ben. Bu tabii
hayatıma disiplini getirdi. Ve fit olmayı. İkisi de fitti. Benim
hayatımın bir tarafında da spor hep oldu ve dans. Baleyle başladım,
sonra salsa, tango...
Sahne?
- Yuvadan beri vardı. Ama TED
Ankara Koleji’nde okurken Opera’dan sahne filan kiralanırdı. Bayağı
prodüksiyonlu müzikaller. Bir gün sınıfa geldiler, dans seçmesi
yaptılar. Kendimi sahnede bulmam dansla oldu, bir sonraki sene, baktım
bizim için yazılmış bir metin de vardı. Ben de başrollerden birini
oynuyordum ve mutluluktan ölüyordum.
Oyuncu olacağınız belliydi
yani...
- E yok, çok da öyle ilerlemedi hayatım. İyi bir
öğrenciydim, hep takdir, teşekkür... Babam işletme okumamın benim için
daha iyi olacağını düşündü. Baskı yapmadı ama kendimi işletme
fakültesinde buldum...
Eyvah!
- Hem de ne eyvah. Hayatımın
yanlış yöne aktığını fark ediyordum. Olmamam gereken bir bölümde, beni
hiç ilgilendirmeyen şeyler öğreniyordum. Kendimi nasıl sıkışmış
hissettiğimi anlatamam.
Ne yaptınız?
- Bunu dillendirmeye
başladım...
Kime anlatıyorsunuz?
- Efe’ye.
Efe
kim?
- Hayatımın aşkı. O da TED’dendi. 3 yıldır birlikteydik. Hem
arkadaştık hem aşık. Bir dakikamız ayrı geçmiyordu. Benden bir yaş
küçüktü ama çok olgundu. Bir gün, 'Hadi kalk' dedi, o zaman da
Türkiye’de acayip bir yarışma kirliliği var, şarkı yarışmalarının da
oyunculuk versiyonu yapılıyor, 'Gideceğiz bakacağız, ne kaybedersin ki,
verirlerse bir form doldururuz' dedi.
Siz ne dediniz?
-
Bir şey demeye fırsatım olmadı ki, aldı götürdü. Paldır küldür o
elemelerde buldum kendimi. Geçtim elemeyi. İstanbul’dakine çağırdılar.
Oraya da gittik. Her şey rüya gibiydi, 20. yaş günümü o yarışmada
kutladım. 4 ay çeşitli oyuncu adaylarıyla bir kamptaydım, bir sürü şey
öğreniyordum. Efe sonsuz destekledi.
Neydi sizi bu kadar
birbirinize bağlayan?
- Muhtemelen hayatımda bir daha
yaşayamayacağım kadar gerçek aşk...
BENİ AKŞAM EVE BIRAKTI SONRA
MORGDA GÖRDÜM
Efe’nin diğer erkeklerden farkı neydi?
- Bir
erkeğin, üstelik 19 yaşındaki bir erkeğin, seni teşvik etmesi, sana bir
başka dünyanın, belki de kendisinden uzaklaştıracak bir dünyanın
kapılarını açması, çok sık rastlanan bir şey olmasa gerek. Benim hayatım
bambaşka tarafa akıyordu, Efe resmen o akışı değiştirdi.
Anneniz
babanız tanıyor muydu Efe’yi.
- Tabii, tabii. Biz çok iyi bir
ikiliydik. Ayrılmaz ikili.
Sonra peki?
- Yarışma bitti,
ben ikinci oldum. Ankara’ya döndüm. Sonra bir akşam beraberdik, beni eve
bıraktı, ben yatmaya gittim ve ve ve.... Birkaç saat sonra da onu
morgda gördüm.
Aman Allah’ım!
- Evet... Arabayı bir
arkadaşı kullanıyormuş... Delikanlılık, gençlik, hız... Trafik kazası
geçirmişler...
Size nasıl haber verdiler?
- Kardeşi aradı.
Gazi Hastanesi’ne nasıl gittiğimi hatırlamıyorum. Kopuk oralar. Yol
boyu dua ettim. Ama Efe gitmişti, hissettim. Onu hastaneye yetiştirmeye
çalışan ambulansta ölmüş. Onu son kez görmek ve dokunmak istedim...
Hiç
tereddüt etmediniz mi?
- Deli misin? Aşk bu. Ne halde olursa
olsun, o kabulümdü. Onu son bir kere görmek ve ona dokunmak istedim.
SON
KEZ NEDEN ÖPMEDİM DİYE PİŞMAN OLABİLİRDİM
'Evladım, yapma etme!'
diyen...
- Annem yanımdaydı ama engel olmadı. Kişi ölümü nasıl
yaşamak istiyorsa öyle yaşamalı. İleride onu neden son kez öpmedim diye
pişmanlık duyabilirdim.
Uyuyor gibi miydi?
- Hayır ama
her hali güzeldi.
Bu olaydan sonra hayatı algılamanız değişti mi?
-
Orada, o morgda, sevdiğim adama bakarken 'Birinci hayatım bitti, şimdi
ikinci hayatımdayım' dedim. Gerçekten de doğru, artık başka biriyim. Ben
insanların kafayı taktığı şeylere, 'Amaaaan, Allah başka dert
vermesin!' diyebiliyorum, aldırmıyorum. Çünkü ölüm gibi bir gerçek var
bu hayatta.
Peki akabinde neler yaşadınız?
- Tamamen
saçmaladım.
Nasıl yani?
- O kadar büyük bir acıydı ki,
üzerine geçmeye çalıştım, kendime bir sevgilim yaptım. Zannettim ki bu
acıyı aşarım. Tabii Efe’nin arkadaşları 'Nasıl olur da biriyle birlikte
olabilirsin? Efe’ye bunu nasıl yapabilirsin?' dediler, benden nefret
ettiler. Normal karşılıyorum, Efe’yi delicesine özlerken, benden nefret
etmek acılarını biraz olsun hafifletti...
Ne kadar sonra
hayatınıza biri girdi?
- 4 ay sonra.
E biraz çabuk olmuş.
-
Evet. Ama ben 'Bundan da çıkabilirim, yapabilirim, hayata devam
edebilirim' çabasıyla yaşamış biriyim. Hep böyle şeyler kanıtlamaya
çalıştım kendime. Bu da onlardan biriydi. Olmadı tabii. Böyle bir
travmanın üzerine olması da imkansızdı. Yine de denedim. Acımı çalışarak
unutmaya çalışmamla, ünlenmeye başlamam eşzamanlı oldu. Araya dört dizi
ve bir uzun metraj film sığdı. Beş yıl geçti ve işte buradayım.
Peki
Efe’nin annesi?
- O anlatılmaz bir şey. 'Aşkımı kaybettim!' diye
acımdan geberiyorum, annesine baktıkça kendi kendime 'Sen ne diyorsun
ya! Sen mi acı çekiyorsun?' diyorum.
Bu olay erkeklerle
ilişkinizi etkiledi mi?
- Etkilemez mi? Çok uzun bir süre
sağlıklı bir ilişki kuramadım. Sonra da... Ben hiç kavga etmem mesela.
Öyle bir şey gelişti bende. Çekip gitmem. Pişman olacağım şeyler
söylemem. Çünkü biliyorum ki yarın sabah olmayabilir.
Siz
erkeklerle arası iyi olan bir kadın mısınız? Bazıları taktiklerin
kadınıdır mesela...
- Yok, kadın-erkek ilişkilerinde satranç
oynandığında, ben orada samimi bir şey olduğuna inanmam. Bakalım hayat
ne getirecek diye yaşıyorum. 'Hayat beni hayal edemeyeceğim kadar
şaşırtsın!' diyorum. Açıkçası hiçbir şeyi de çok fazla sorgulamıyorum.
'Çok
güzel kadınlar kendileriyle o kadar meşguldür ki, ne karşısındaki adamı
yeteri kadar sevebilirler, ne sevişirken kendilerini verebilirler...'
Katılır mısınız?
- Kameranın çektiği anlarda güzel görünüyorum,
çünkü makyajlıyım. Onun haricinde ben gayet normal bir kadınım. Dürüstçe
itiraf edebilirim ki, pek çok ilişkide ben daha çok seven taraf
olmuşumdur. Bana yüz vermeyen bir sürü adam da oldu.
Pek çok
insan Kıvanç Tatlıtuğ ile ilişkiniz olduğunu düşünüyor...
-
Bugüne kadar hiçbir rol arkadaşımla ilişkim olmadı ama basın hep 'Var'
diye yazdı. Normal karşılıyorum.
Bergüzar Korel ve Halit Ergenç
sevgili olunca, 'Demek ki basının da bir bildiği varmış!' oluyor insan!
-
Ben insan partneriyle sevgili olamaz demiyorum ki. Günün 20 saati
onunla birliktesin. Haftanın 5-6 günü de settesin. Olabilir. Ama benim
olmadı. Ne Mahzun’la (Kırmızıgül), ne Okan’la (Yalabık), ne de Kıvanç’la
(Tatlıtuğ). Ama insanlar fotoğraf olarak yakıştırıyorlar. Bir de
Kıvanç’a bakıyorlar, 'Aman Allah’ım bu adama nasıl karşı koyulabilir
ki?' diyorlar. Olabilirdi ama olmadı...
3 ay sonra sizi el ele
görsek Bebek Kahve’de... Utanmaz mısınız?
- Yoo. Utanılacak bir
şey değil ki. Hayatın ne getireceğini bilmiyorsun. Ama bizim aramızda
öyle bir şey yok. Hem Kıvanç’ın sevgilisi var.
Ama siz
sevgilinizden ayrıldınız.
- Evet. Birkaç hafta oldu.
Tam
da o meşhur sevişme sahnelerinin üzerine... İnsanın sevgilisi oyuncu
bile olsa, bozulmuyor mu?
- Aynı işi yapan biri, herhangi bir
adam kadar bozulmuyor. O da çeşitli sahnelerde öpüştüğü ama öpüştüğü
oyuncuyla sevgili olmadığı için, o sahnede ne hissettiğinizi
anlayabiliyor. Öpüşme sahneleri, sevişme sahneleri gerçek değil ki, bir
illüzyon. Biliyorum dışarıdan anlaması zor ama iki tarafın da son derece
gergin olduğu sahneler. Yönetmen, 'Şurada şöyle yapın, buraya gelin,
oturun ve öpüşün' diye komutlar veriyor...
'Şimdi alt dudağı öp!'
diye bağıran oluyor mu?
- O kadar değil. Ama 50 tane insanın
gözünün önünde yaşanan bir an. Sadece seyirciye gerçek, yaşayanlara
değil.
Sizin setten birine 'Kıvanç’la Beren’in ilişkisi varmış'
desek 'Hadi len!' der mi?
- Tabii ki der, bütün set söyler! İki
insan arasındaki enerjinin değiştiğini herkes hisseder, o saklanabilecek
bir şey değildir. Bizde öyle bir enerji yok. Ama tabii bizim ne
hissettiğimizden çok, izleyiciye ne hissettirdiğimiz önemli. Ekranda
izleyip, 'Aralarında müthiş bir elektrik var!' gibi laflar duyduğumda
çok da üzülmüyorum, 'İşimizi iyi yapıyoruz ki insanlara öyle bir duygu
geçiyor' diyorum.
Sevgiliniz gerçekten hiç mi bozulmadı?
-
Zannetmiyorum. Zaten ayrılmıştık. Tamamen başka sebepler yüzünden.
Bihter’i oynayacağımı biliyordu. Nasıl bir kadın olduğunu da biliyordu.
Parterimin Kıvanç olacağını da biliyordu. Niye bozulsun ki?
Karizması
çizilmiş gibi hissetmedi yeni...
- Hiç zannetmiyorum. Çok
tutkulu bir öpüşme ya da sevişme sahnesini çektiğiniz zaman, biraz da
kendinizi kötü hissederek, kırık dönüyorsunuz eve. İyi bir sevgili,
'Eyvah benim karizmam çizildi'den ziyade, 'Partneri nasıl davrandı?
Bugün sette öpüşürken kendini kötü mü hissetti? Soyunurken ne oldu?'
gibi şeyler düşünür. Hele bir oyuncuysa, empati yapar. Çünkü gerçekten
kolay değil. Biz de robot değiliz, bir şey hissetmiyoruz ama 50 tane
sana bakan gözün önünde öpüş, seviş...
Sahne nasıl
yönlendiriliyor?
- Baştan mizansen belli oluyor. Yönetmen
kameranın nerede olacağını ve nasıl bir şey çekmek istediğini anlatıyor.
Sonra bizi kendi halimize bırakıyor. O anda çok müdahale olmuyor. Bu
tür sahnelerde dışarıdan gelecek her komut, o ana seni daha çok
yabancılaştıran bir şey...
Kıvanç güzel bir adam. Daha çirkin
bir adam tarafından öpülmekle, güzel bir adam tarafından öpülmenin
oyunculuk açından bir farkı var mı, yok mu?
- Yok tabii. Sen
seçmiyorsun ki. O öyle bir şey değil...
İnsan dişini fırçalıyor
mu?
- Elbette. O saygı çok önemli. Yediğin şeye de dikkat
ediyorsun, o gün bir sevişme sahnesi çekeceğini, öpüşeceğini aklında
tutuyorsun. Sigara içen insan, içmeyene özen gösteriyor. Bu tür şeylere
özen göstermeyen oyuncular olduğunu duyuyorum. Tamamen alakasız olduğun
biriyle öpüşmek zaten zor, daha da zorlaştırmanın manası yok.
Bazen
insan aç olabilir, ağzı kokabilir ya da dişinde sorun olabilir...
-
İşte o durumlar işi iyice sevimsizleştiriyor. Allah’tan benim
partnerlerim bu konuda hep özenli oldular. Ben de elimden geldiğince
özen gösteriyorum.
Peki sonra hayat normal devam edebiliyor mu?
Ne de olsa bunlar Türk erkeği. 'Bu kadını da öptüm!' filan diyorlar
mıdır içlerinden?
- Valla, onlara soracaksınız.
Peki
tahrik oluyorlar mıdır?
- Bilmiyorum. Bazen öpüşme sahnelerinde
dudaklar çekiliyor. İzleyici bizi yakın görüyor, zannediyor ki bedenen
de yakınız, oysa o esnada o iki beden birbirinden uzak. Bazen başka
numaralar da çekiliyor...
Ne gibi?
- Vücutlarımızın
arasına yastık konuyor. Yani saygı sadece diş fırçalamakla olmuyor, bu
tür şeyler de yapılıyor. Zaten öteki türlüsü taciz olur.
MELTEM
CUMBUL BANA SİNİR OLMUYOR
Yani Meltem Cumbul size sinir olmuyor..
-
Tabii ki olmuyor. Sizin gazeteci arkadaşlarınız bunları uyduruyor,
millet de doğru zannediyor.
Ama sizin arkadaşlarınız da
'Arkadaşız' diyorlar, sonra sevgili çıkıyorlar...
- İyi de belki o
zaman gerçekten arkadaşlar. İki insanın sevgili olabilmesi için önce
arkadaş olmaları gerekmiyor mu?
O zaman siz de Kıvanç’la şu anda
arkadaşsınız ama ileride sevgili olabilirsiniz!
- Bunun bir haber
değeri yok, sizinkiler 'Yakaladık... Birlikteler'i seviyor. Öyle bir
şey yok.
ŞANSLIYDIM, HEP KADIN YÖNETMENLERLE ÇALIŞTIM
Siz
de bu son sevişme sahnelerinizi başarılı buldunuz mu?
- Buldum.
İzlediğim zaman estetik olduğunu düşündüm. Hiçbir şey görünmüyor ama her
şeyi anlatıyor.
Gerçekten Türk dizi tarihinde bir devrim mi bu?
-
Evet. Türk dizilerinde kadınla adam çok aşıktır, çok tutkuludur. Ama
kadın bakiredir ve ilk kez filmin esas adamıyla sevişir. O da şöyle:
Ufak bir öpüşme ve yatağa yuvarlanırlar, çocukları olur. O açıdan
bakınca bizimki cesur bir sahne.
Bir de tabii 'Oyuncuyum ama
kocamı rencide edemem, sevişme sahnesi dışında her sahneyi oynarım'
diyenler var.
- Onları anlayışla karşılıyorum ama onlar gibi
düşünmüyorum. Beni tek ilgilendiren şu: İnternet denilen bir şey var,
bir bilgi deposu, işte orada, ileride çocuğum olursa, onun izlerken
utanacağı bir görüntü bırakmak istemem. Tek kriterim bu. Kocamı değil
çocuğumu utandırmamak. Bayağı ve avam bir şeyin içinde yer almak beni
üzer.
Bu da biraz yönetmenle ilgili bir şey sanki...
-
Evet, yönetmene inanıp inanmamak, ona teslim olup olmamak... Ben çok
şanlıydım hep kadın yönetmenlerle çalıştım. Onlar seni asla et gibi
göstermiyor, bir resmin içinde estetik bir unsur olarak gösteriyor. Aşkı
Memnu’nun yönetmeni Hilal Saral, Güz Sancısı’nınki Tomris
Giritlioğlu’ydu, Hatırla Sevgili’ninki ise Ümmü Burhan. Sonradan değişti
ama ben öpüşme sahnelerini hep Ümmü’yle çektim.
Öyle bir adama
aşık olursunuz ki, şahanedir ama böyle bir takıntısı vardır, der ki 'Her
konuda anlayış gösteririm ama bu konuda gösteremeyeceğim, kimseyle
yatağa filan girmeni istemiyorum...' Böyle bir adamla beraber olabilir
misiniz?
- Hayır. Derim ki 'Kardeşim sen beni bu halimle sevdin,
aldın, kabul ettin. Bundan sonra da beni değiştirmeye çalışma, ikimiz de
mutsuz oluruz.' Kabul ederse ne ala, etmezse güle güle...
LOLİTALIĞIM
MI KALDI KART LOLİTA OLDUM
Nasıl oyuncular sizi etkiliyor?
-
Daniel Day Lewis, Sean Penn gibi kendini değiştirebilenler. Onlara
tapıyorum.
Sıkı sık sizi Bergüzar Korel’le kıyaslıyorlar. Onu
güçlü bir kişilik olarak değerlendiriyorlar, bir karakter oyuncusu
olabilir diyorlar, size lolita...
- Benim artık lolitalığım mı
kaldı, kart lolita oldum! 25 yaşındayım. Ama Lolita şahane bir kitap ve
şahane iki film, beni hiç rahatsız etmez öyle denmesi...
Rol
modelim diye tanımladığınız birileri?
- Bir iki tane öyle kadın
var hayatımda. Biri Serap Aksoy. Onun kendi ruhani gelişimine beni de
ortak edip geliştirmesini çok seviyorum. Diğeri Nil Gürey, Efe’nin
annesi. Onun da gücüne, sabrına ve hayata tutunmasına hayranlık
duyuyorum.
Siz kendinize 4 ay sonra sevgili yapmaya çalışıp,
beceremeyince o ne yaptı?
- Hiçbir şey. O beni hiç yargılamadı.
Şimdi
nasıl ilişkiniz?
- Hayatımıza, sanki her şey normalmiş gibi
devam edebildiğimiz bir anda, birbirimizin sesini duyunca, ikimizi de
derin bir hüzün kaplıyor. Gerçi eskiden daha fazlaydı, karşılıklı
ağlamamak için kendimizi zor tutuyorduk. Hálá birbirimizin sesini
duyduğumuzda, söylemediğimiz ama seslerimizin tınısında derinlerde gizli
olanları biliyoruz, hissediyoruz.
Bazı insanlar mezarlığa
gitmeyi sevmez, bazıları da sık sık ziyaret etmeden duramaz...
-
Ben gitmiyorum. Sadece Efe’ninkine değil, kaybettiğim diğer insanların
mezarlarına da gitmiyorum. Onların olduklarına inanmıyorum. Tabii ki
mezarlara iyi bakılsın, mezarlar temiz olsun, ama maddesel olarak orada
değiller, ruhen zaten hiçbir zaman orada değillerdi. Mermerlere tapınmak
bana göre değil. Yakılsak ve her şey bitse. Kendim için öyle isterim...
Özel
günlerde, ödül geccesi, doğum günü, ölüm günü... Öyle günlerde Efe’yi
hissediyor musunuz?
- Evet hissediyorum. Rüyalarıma da geliyor.
Bütün bu serüveni aslında o başlattı, bana bir hayalimi teslim etti.
Oynadığım her gün ona adanmış...
ALDATMA HİKAYELERİNE BAKIŞIM
Senaristlerimiz
aldatma konusuyla ilgili Behlül’e şöyle bir diyalog yazmışlardı, benim
düşündüğüm şeyi de özetliyor: 'Hayatta, başkalarına fazla
güvenmeyeceksin. Kendine de...' İnsanın hayatında biri varken, bir
başkasına aşık olabilir. Ama onu enayi yerine koymamalı. Ruhen orada
değilsen, onu kandırma ve söyle. 'Ben gidiyorum' de ve git, diğeriyle ne
istiyorsan yaşa...
BİRİNCİ HAYATIM MORGDA BİTTİ!
HÜRRİYET YAZARI AYŞE ARMAN AŞK-I MEMNUN DİZİSİNİN
BİHTER'İ BEREN SAAT'LE OLAN HOŞ SOHBETİ KALEME ALDI..
Hepimizi
ekrana kilitleyen Aşkı Memnu’nun güzel Bihter’i Beren Saat’e bayıldım.
Müthiş bir kız.
Buraya yazıyorum, bu kızın adını daha çooook
duyacağız. Onu tanıyınca, güzelliğin ikinci planda kaldığını
anlıyorsunuz, bu kızda başka bir şey var, evet çok zeki, evet çok
parlak, ama sadece bunlar değil. Bir sürü insan parlak. Onda tuhaf bir
özgürlük duygusu, bağımsızlık, değişkenlik, dürüstlük, gözüpeklik ve
gözükaralık var. İnsanları iplemeyen bir hal. Sevdiklerini kaybetmiş
olanlar, büyük acılar yaşamış olanlar, hayattaki tek gerçeğin ölüm
olduğunu biliyor ve bizim gibi her şeye üzülmüyor.
Kendinizi ilk
hatırladığınızda neredesiniz?
- Ankara’da evde. Aynaya bakıyorum.
Elimde deodoran şişesi var, şarkı söylüyorum, dans ediyorum, sahnede
olmak istiyorum. Böyle şeyler hayal ediyorum. Ama öyle yırtık bir tip
değilim. Dışavurumcu ve haylaz da değilim. Daha çok kendi kendini
oyalayan, kendi dünyasında yaşayan bir kız çocuğu...
Anne-baba?
-
İkisi de spor akademisinden mezun. Sporcu çocuğuyum ben. Bu tabii
hayatıma disiplini getirdi. Ve fit olmayı. İkisi de fitti. Benim
hayatımın bir tarafında da spor hep oldu ve dans. Baleyle başladım,
sonra salsa, tango...
Sahne?
- Yuvadan beri vardı. Ama TED
Ankara Koleji’nde okurken Opera’dan sahne filan kiralanırdı. Bayağı
prodüksiyonlu müzikaller. Bir gün sınıfa geldiler, dans seçmesi
yaptılar. Kendimi sahnede bulmam dansla oldu, bir sonraki sene, baktım
bizim için yazılmış bir metin de vardı. Ben de başrollerden birini
oynuyordum ve mutluluktan ölüyordum.
Oyuncu olacağınız belliydi
yani...
- E yok, çok da öyle ilerlemedi hayatım. İyi bir
öğrenciydim, hep takdir, teşekkür... Babam işletme okumamın benim için
daha iyi olacağını düşündü. Baskı yapmadı ama kendimi işletme
fakültesinde buldum...
Eyvah!
- Hem de ne eyvah. Hayatımın
yanlış yöne aktığını fark ediyordum. Olmamam gereken bir bölümde, beni
hiç ilgilendirmeyen şeyler öğreniyordum. Kendimi nasıl sıkışmış
hissettiğimi anlatamam.
Ne yaptınız?
- Bunu dillendirmeye
başladım...
Kime anlatıyorsunuz?
- Efe’ye.
Efe
kim?
- Hayatımın aşkı. O da TED’dendi. 3 yıldır birlikteydik. Hem
arkadaştık hem aşık. Bir dakikamız ayrı geçmiyordu. Benden bir yaş
küçüktü ama çok olgundu. Bir gün, 'Hadi kalk' dedi, o zaman da
Türkiye’de acayip bir yarışma kirliliği var, şarkı yarışmalarının da
oyunculuk versiyonu yapılıyor, 'Gideceğiz bakacağız, ne kaybedersin ki,
verirlerse bir form doldururuz' dedi.
Siz ne dediniz?
-
Bir şey demeye fırsatım olmadı ki, aldı götürdü. Paldır küldür o
elemelerde buldum kendimi. Geçtim elemeyi. İstanbul’dakine çağırdılar.
Oraya da gittik. Her şey rüya gibiydi, 20. yaş günümü o yarışmada
kutladım. 4 ay çeşitli oyuncu adaylarıyla bir kamptaydım, bir sürü şey
öğreniyordum. Efe sonsuz destekledi.
Neydi sizi bu kadar
birbirinize bağlayan?
- Muhtemelen hayatımda bir daha
yaşayamayacağım kadar gerçek aşk...
BENİ AKŞAM EVE BIRAKTI SONRA
MORGDA GÖRDÜM
Efe’nin diğer erkeklerden farkı neydi?
- Bir
erkeğin, üstelik 19 yaşındaki bir erkeğin, seni teşvik etmesi, sana bir
başka dünyanın, belki de kendisinden uzaklaştıracak bir dünyanın
kapılarını açması, çok sık rastlanan bir şey olmasa gerek. Benim hayatım
bambaşka tarafa akıyordu, Efe resmen o akışı değiştirdi.
Anneniz
babanız tanıyor muydu Efe’yi.
- Tabii, tabii. Biz çok iyi bir
ikiliydik. Ayrılmaz ikili.
Sonra peki?
- Yarışma bitti,
ben ikinci oldum. Ankara’ya döndüm. Sonra bir akşam beraberdik, beni eve
bıraktı, ben yatmaya gittim ve ve ve.... Birkaç saat sonra da onu
morgda gördüm.
Aman Allah’ım!
- Evet... Arabayı bir
arkadaşı kullanıyormuş... Delikanlılık, gençlik, hız... Trafik kazası
geçirmişler...
Size nasıl haber verdiler?
- Kardeşi aradı.
Gazi Hastanesi’ne nasıl gittiğimi hatırlamıyorum. Kopuk oralar. Yol
boyu dua ettim. Ama Efe gitmişti, hissettim. Onu hastaneye yetiştirmeye
çalışan ambulansta ölmüş. Onu son kez görmek ve dokunmak istedim...
Hiç
tereddüt etmediniz mi?
- Deli misin? Aşk bu. Ne halde olursa
olsun, o kabulümdü. Onu son bir kere görmek ve ona dokunmak istedim.
SON
KEZ NEDEN ÖPMEDİM DİYE PİŞMAN OLABİLİRDİM
'Evladım, yapma etme!'
diyen...
- Annem yanımdaydı ama engel olmadı. Kişi ölümü nasıl
yaşamak istiyorsa öyle yaşamalı. İleride onu neden son kez öpmedim diye
pişmanlık duyabilirdim.
Uyuyor gibi miydi?
- Hayır ama
her hali güzeldi.
Bu olaydan sonra hayatı algılamanız değişti mi?
-
Orada, o morgda, sevdiğim adama bakarken 'Birinci hayatım bitti, şimdi
ikinci hayatımdayım' dedim. Gerçekten de doğru, artık başka biriyim. Ben
insanların kafayı taktığı şeylere, 'Amaaaan, Allah başka dert
vermesin!' diyebiliyorum, aldırmıyorum. Çünkü ölüm gibi bir gerçek var
bu hayatta.
Peki akabinde neler yaşadınız?
- Tamamen
saçmaladım.
Nasıl yani?
- O kadar büyük bir acıydı ki,
üzerine geçmeye çalıştım, kendime bir sevgilim yaptım. Zannettim ki bu
acıyı aşarım. Tabii Efe’nin arkadaşları 'Nasıl olur da biriyle birlikte
olabilirsin? Efe’ye bunu nasıl yapabilirsin?' dediler, benden nefret
ettiler. Normal karşılıyorum, Efe’yi delicesine özlerken, benden nefret
etmek acılarını biraz olsun hafifletti...
Ne kadar sonra
hayatınıza biri girdi?
- 4 ay sonra.
E biraz çabuk olmuş.
-
Evet. Ama ben 'Bundan da çıkabilirim, yapabilirim, hayata devam
edebilirim' çabasıyla yaşamış biriyim. Hep böyle şeyler kanıtlamaya
çalıştım kendime. Bu da onlardan biriydi. Olmadı tabii. Böyle bir
travmanın üzerine olması da imkansızdı. Yine de denedim. Acımı çalışarak
unutmaya çalışmamla, ünlenmeye başlamam eşzamanlı oldu. Araya dört dizi
ve bir uzun metraj film sığdı. Beş yıl geçti ve işte buradayım.
Peki
Efe’nin annesi?
- O anlatılmaz bir şey. 'Aşkımı kaybettim!' diye
acımdan geberiyorum, annesine baktıkça kendi kendime 'Sen ne diyorsun
ya! Sen mi acı çekiyorsun?' diyorum.
Bu olay erkeklerle
ilişkinizi etkiledi mi?
- Etkilemez mi? Çok uzun bir süre
sağlıklı bir ilişki kuramadım. Sonra da... Ben hiç kavga etmem mesela.
Öyle bir şey gelişti bende. Çekip gitmem. Pişman olacağım şeyler
söylemem. Çünkü biliyorum ki yarın sabah olmayabilir.
Siz
erkeklerle arası iyi olan bir kadın mısınız? Bazıları taktiklerin
kadınıdır mesela...
- Yok, kadın-erkek ilişkilerinde satranç
oynandığında, ben orada samimi bir şey olduğuna inanmam. Bakalım hayat
ne getirecek diye yaşıyorum. 'Hayat beni hayal edemeyeceğim kadar
şaşırtsın!' diyorum. Açıkçası hiçbir şeyi de çok fazla sorgulamıyorum.
'Çok
güzel kadınlar kendileriyle o kadar meşguldür ki, ne karşısındaki adamı
yeteri kadar sevebilirler, ne sevişirken kendilerini verebilirler...'
Katılır mısınız?
- Kameranın çektiği anlarda güzel görünüyorum,
çünkü makyajlıyım. Onun haricinde ben gayet normal bir kadınım. Dürüstçe
itiraf edebilirim ki, pek çok ilişkide ben daha çok seven taraf
olmuşumdur. Bana yüz vermeyen bir sürü adam da oldu.
Pek çok
insan Kıvanç Tatlıtuğ ile ilişkiniz olduğunu düşünüyor...
-
Bugüne kadar hiçbir rol arkadaşımla ilişkim olmadı ama basın hep 'Var'
diye yazdı. Normal karşılıyorum.
Bergüzar Korel ve Halit Ergenç
sevgili olunca, 'Demek ki basının da bir bildiği varmış!' oluyor insan!
-
Ben insan partneriyle sevgili olamaz demiyorum ki. Günün 20 saati
onunla birliktesin. Haftanın 5-6 günü de settesin. Olabilir. Ama benim
olmadı. Ne Mahzun’la (Kırmızıgül), ne Okan’la (Yalabık), ne de Kıvanç’la
(Tatlıtuğ). Ama insanlar fotoğraf olarak yakıştırıyorlar. Bir de
Kıvanç’a bakıyorlar, 'Aman Allah’ım bu adama nasıl karşı koyulabilir
ki?' diyorlar. Olabilirdi ama olmadı...
3 ay sonra sizi el ele
görsek Bebek Kahve’de... Utanmaz mısınız?
- Yoo. Utanılacak bir
şey değil ki. Hayatın ne getireceğini bilmiyorsun. Ama bizim aramızda
öyle bir şey yok. Hem Kıvanç’ın sevgilisi var.
Ama siz
sevgilinizden ayrıldınız.
- Evet. Birkaç hafta oldu.
Tam
da o meşhur sevişme sahnelerinin üzerine... İnsanın sevgilisi oyuncu
bile olsa, bozulmuyor mu?
- Aynı işi yapan biri, herhangi bir
adam kadar bozulmuyor. O da çeşitli sahnelerde öpüştüğü ama öpüştüğü
oyuncuyla sevgili olmadığı için, o sahnede ne hissettiğinizi
anlayabiliyor. Öpüşme sahneleri, sevişme sahneleri gerçek değil ki, bir
illüzyon. Biliyorum dışarıdan anlaması zor ama iki tarafın da son derece
gergin olduğu sahneler. Yönetmen, 'Şurada şöyle yapın, buraya gelin,
oturun ve öpüşün' diye komutlar veriyor...
'Şimdi alt dudağı öp!'
diye bağıran oluyor mu?
- O kadar değil. Ama 50 tane insanın
gözünün önünde yaşanan bir an. Sadece seyirciye gerçek, yaşayanlara
değil.
Sizin setten birine 'Kıvanç’la Beren’in ilişkisi varmış'
desek 'Hadi len!' der mi?
- Tabii ki der, bütün set söyler! İki
insan arasındaki enerjinin değiştiğini herkes hisseder, o saklanabilecek
bir şey değildir. Bizde öyle bir enerji yok. Ama tabii bizim ne
hissettiğimizden çok, izleyiciye ne hissettirdiğimiz önemli. Ekranda
izleyip, 'Aralarında müthiş bir elektrik var!' gibi laflar duyduğumda
çok da üzülmüyorum, 'İşimizi iyi yapıyoruz ki insanlara öyle bir duygu
geçiyor' diyorum.
Sevgiliniz gerçekten hiç mi bozulmadı?
-
Zannetmiyorum. Zaten ayrılmıştık. Tamamen başka sebepler yüzünden.
Bihter’i oynayacağımı biliyordu. Nasıl bir kadın olduğunu da biliyordu.
Parterimin Kıvanç olacağını da biliyordu. Niye bozulsun ki?
Karizması
çizilmiş gibi hissetmedi yeni...
- Hiç zannetmiyorum. Çok
tutkulu bir öpüşme ya da sevişme sahnesini çektiğiniz zaman, biraz da
kendinizi kötü hissederek, kırık dönüyorsunuz eve. İyi bir sevgili,
'Eyvah benim karizmam çizildi'den ziyade, 'Partneri nasıl davrandı?
Bugün sette öpüşürken kendini kötü mü hissetti? Soyunurken ne oldu?'
gibi şeyler düşünür. Hele bir oyuncuysa, empati yapar. Çünkü gerçekten
kolay değil. Biz de robot değiliz, bir şey hissetmiyoruz ama 50 tane
sana bakan gözün önünde öpüş, seviş...
Sahne nasıl
yönlendiriliyor?
- Baştan mizansen belli oluyor. Yönetmen
kameranın nerede olacağını ve nasıl bir şey çekmek istediğini anlatıyor.
Sonra bizi kendi halimize bırakıyor. O anda çok müdahale olmuyor. Bu
tür sahnelerde dışarıdan gelecek her komut, o ana seni daha çok
yabancılaştıran bir şey...
Kıvanç güzel bir adam. Daha çirkin
bir adam tarafından öpülmekle, güzel bir adam tarafından öpülmenin
oyunculuk açından bir farkı var mı, yok mu?
- Yok tabii. Sen
seçmiyorsun ki. O öyle bir şey değil...
İnsan dişini fırçalıyor
mu?
- Elbette. O saygı çok önemli. Yediğin şeye de dikkat
ediyorsun, o gün bir sevişme sahnesi çekeceğini, öpüşeceğini aklında
tutuyorsun. Sigara içen insan, içmeyene özen gösteriyor. Bu tür şeylere
özen göstermeyen oyuncular olduğunu duyuyorum. Tamamen alakasız olduğun
biriyle öpüşmek zaten zor, daha da zorlaştırmanın manası yok.
Bazen
insan aç olabilir, ağzı kokabilir ya da dişinde sorun olabilir...
-
İşte o durumlar işi iyice sevimsizleştiriyor. Allah’tan benim
partnerlerim bu konuda hep özenli oldular. Ben de elimden geldiğince
özen gösteriyorum.
Peki sonra hayat normal devam edebiliyor mu?
Ne de olsa bunlar Türk erkeği. 'Bu kadını da öptüm!' filan diyorlar
mıdır içlerinden?
- Valla, onlara soracaksınız.
Peki
tahrik oluyorlar mıdır?
- Bilmiyorum. Bazen öpüşme sahnelerinde
dudaklar çekiliyor. İzleyici bizi yakın görüyor, zannediyor ki bedenen
de yakınız, oysa o esnada o iki beden birbirinden uzak. Bazen başka
numaralar da çekiliyor...
Ne gibi?
- Vücutlarımızın
arasına yastık konuyor. Yani saygı sadece diş fırçalamakla olmuyor, bu
tür şeyler de yapılıyor. Zaten öteki türlüsü taciz olur.
MELTEM
CUMBUL BANA SİNİR OLMUYOR
Yani Meltem Cumbul size sinir olmuyor..
-
Tabii ki olmuyor. Sizin gazeteci arkadaşlarınız bunları uyduruyor,
millet de doğru zannediyor.
Ama sizin arkadaşlarınız da
'Arkadaşız' diyorlar, sonra sevgili çıkıyorlar...
- İyi de belki o
zaman gerçekten arkadaşlar. İki insanın sevgili olabilmesi için önce
arkadaş olmaları gerekmiyor mu?
O zaman siz de Kıvanç’la şu anda
arkadaşsınız ama ileride sevgili olabilirsiniz!
- Bunun bir haber
değeri yok, sizinkiler 'Yakaladık... Birlikteler'i seviyor. Öyle bir
şey yok.
ŞANSLIYDIM, HEP KADIN YÖNETMENLERLE ÇALIŞTIM
Siz
de bu son sevişme sahnelerinizi başarılı buldunuz mu?
- Buldum.
İzlediğim zaman estetik olduğunu düşündüm. Hiçbir şey görünmüyor ama her
şeyi anlatıyor.
Gerçekten Türk dizi tarihinde bir devrim mi bu?
-
Evet. Türk dizilerinde kadınla adam çok aşıktır, çok tutkuludur. Ama
kadın bakiredir ve ilk kez filmin esas adamıyla sevişir. O da şöyle:
Ufak bir öpüşme ve yatağa yuvarlanırlar, çocukları olur. O açıdan
bakınca bizimki cesur bir sahne.
Bir de tabii 'Oyuncuyum ama
kocamı rencide edemem, sevişme sahnesi dışında her sahneyi oynarım'
diyenler var.
- Onları anlayışla karşılıyorum ama onlar gibi
düşünmüyorum. Beni tek ilgilendiren şu: İnternet denilen bir şey var,
bir bilgi deposu, işte orada, ileride çocuğum olursa, onun izlerken
utanacağı bir görüntü bırakmak istemem. Tek kriterim bu. Kocamı değil
çocuğumu utandırmamak. Bayağı ve avam bir şeyin içinde yer almak beni
üzer.
Bu da biraz yönetmenle ilgili bir şey sanki...
-
Evet, yönetmene inanıp inanmamak, ona teslim olup olmamak... Ben çok
şanlıydım hep kadın yönetmenlerle çalıştım. Onlar seni asla et gibi
göstermiyor, bir resmin içinde estetik bir unsur olarak gösteriyor. Aşkı
Memnu’nun yönetmeni Hilal Saral, Güz Sancısı’nınki Tomris
Giritlioğlu’ydu, Hatırla Sevgili’ninki ise Ümmü Burhan. Sonradan değişti
ama ben öpüşme sahnelerini hep Ümmü’yle çektim.
Öyle bir adama
aşık olursunuz ki, şahanedir ama böyle bir takıntısı vardır, der ki 'Her
konuda anlayış gösteririm ama bu konuda gösteremeyeceğim, kimseyle
yatağa filan girmeni istemiyorum...' Böyle bir adamla beraber olabilir
misiniz?
- Hayır. Derim ki 'Kardeşim sen beni bu halimle sevdin,
aldın, kabul ettin. Bundan sonra da beni değiştirmeye çalışma, ikimiz de
mutsuz oluruz.' Kabul ederse ne ala, etmezse güle güle...
LOLİTALIĞIM
MI KALDI KART LOLİTA OLDUM
Nasıl oyuncular sizi etkiliyor?
-
Daniel Day Lewis, Sean Penn gibi kendini değiştirebilenler. Onlara
tapıyorum.
Sıkı sık sizi Bergüzar Korel’le kıyaslıyorlar. Onu
güçlü bir kişilik olarak değerlendiriyorlar, bir karakter oyuncusu
olabilir diyorlar, size lolita...
- Benim artık lolitalığım mı
kaldı, kart lolita oldum! 25 yaşındayım. Ama Lolita şahane bir kitap ve
şahane iki film, beni hiç rahatsız etmez öyle denmesi...
Rol
modelim diye tanımladığınız birileri?
- Bir iki tane öyle kadın
var hayatımda. Biri Serap Aksoy. Onun kendi ruhani gelişimine beni de
ortak edip geliştirmesini çok seviyorum. Diğeri Nil Gürey, Efe’nin
annesi. Onun da gücüne, sabrına ve hayata tutunmasına hayranlık
duyuyorum.
Siz kendinize 4 ay sonra sevgili yapmaya çalışıp,
beceremeyince o ne yaptı?
- Hiçbir şey. O beni hiç yargılamadı.
Şimdi
nasıl ilişkiniz?
- Hayatımıza, sanki her şey normalmiş gibi
devam edebildiğimiz bir anda, birbirimizin sesini duyunca, ikimizi de
derin bir hüzün kaplıyor. Gerçi eskiden daha fazlaydı, karşılıklı
ağlamamak için kendimizi zor tutuyorduk. Hálá birbirimizin sesini
duyduğumuzda, söylemediğimiz ama seslerimizin tınısında derinlerde gizli
olanları biliyoruz, hissediyoruz.
Bazı insanlar mezarlığa
gitmeyi sevmez, bazıları da sık sık ziyaret etmeden duramaz...
-
Ben gitmiyorum. Sadece Efe’ninkine değil, kaybettiğim diğer insanların
mezarlarına da gitmiyorum. Onların olduklarına inanmıyorum. Tabii ki
mezarlara iyi bakılsın, mezarlar temiz olsun, ama maddesel olarak orada
değiller, ruhen zaten hiçbir zaman orada değillerdi. Mermerlere tapınmak
bana göre değil. Yakılsak ve her şey bitse. Kendim için öyle isterim...
Özel
günlerde, ödül geccesi, doğum günü, ölüm günü... Öyle günlerde Efe’yi
hissediyor musunuz?
- Evet hissediyorum. Rüyalarıma da geliyor.
Bütün bu serüveni aslında o başlattı, bana bir hayalimi teslim etti.
Oynadığım her gün ona adanmış...
ALDATMA HİKAYELERİNE BAKIŞIM
Senaristlerimiz
aldatma konusuyla ilgili Behlül’e şöyle bir diyalog yazmışlardı, benim
düşündüğüm şeyi de özetliyor: 'Hayatta, başkalarına fazla
güvenmeyeceksin. Kendine de...' İnsanın hayatında biri varken, bir
başkasına aşık olabilir. Ama onu enayi yerine koymamalı. Ruhen orada
değilsen, onu kandırma ve söyle. 'Ben gidiyorum' de ve git, diğeriyle ne
istiyorsan yaşa...